26 Aralık 2007

İki arada bir deredeki meslek: Reklamcılık - DERVİŞ ESEN


Reklamyazılarında son dönemde tartışılan Milliyet reklamı bir konuyu gündeme getirdi.

“Bir reklamın başarısında reklamverenin rolü nedir?”

Milliyet reklamı konusunda genel görüş reklamın görselliği, konumlaması, sesi ve tonuyla başarılı olduğu ama Milliyet’in Doğan Grubu’nun bir gazetesi olduğu için verilen mesajın insanlarda “hadi ordan” tepksini yarattığıdır.

Öncelikle şunu belirtmeliyim ki Milliyet’e karşı alınmış tavır bir ön yargıdan kaynaklanmaktadır. Eğitim seviyesi yüksek hedef kitle için Milliyet, reklamda verilen mesajdaki gazete olmadığı için reklam ne kadar çekici olursa olsun onlar için çalışmıyor. Milliyet yerine Cumhuriyet olsa idi sanıyorum bu yargı oluşmayacaktı ve biz de grubumuzda ne başarılı bir reklam, Cumuriyet’in bu yeni açılımı yeni hedef kitle kazanımında etkili olacaktır gibi olumlu düşüncelerimizi paylaşacaktık.

Bu durum reklamcılığın doğuşundan beri gelen bir soruna parmak basmamıza neden oldu? Reklamverenin reklamın başarısındaki rolü % kaçtır? Yukarıdaki örnekte bu açıkca görülmüştür. Bir reklamın sonuna Milliyet logosu koyunca o reklam güzel fakat işlevsiz olurken, reklamın sonuna Cumhuriyet logosu koyunca o reklam hem güzel hem işlevsel olup, hedefini tam 12’den vurmaktadır.

Buradan hareketle rahatlıkla diyebilirim ki reklamda verilen mesaj ile reklamverenin güvenirliliğinin, misyonunun ve vizyonunun örtüşmesi o reklamın başarısındaki en önemli faktördür. Bu durum tabiki artık markalaşmış ve tüketicinin kafasında bir algı oluşturmuş markalar için geçerlidir. Eğer Milliyet yeni doğmuş bir gazete ve Doğan Grubu’ndan çıkan bir gazete olmasa idi ne olurdu sizce? Bence Milliyet, bu reklamla iyi bir çıkış yapar ve kendi kitlesini bir anda oluşturup sektöre çok hızlı bir giriş yapardı. Ama yıllarca kafalarda oluşmuş bir algıyı değiştirmek ne yazıkki bir reklamla olmuyor, ne kadar iyi bir fikir ve prodüksiyona sahip olsa da...

Peki bu durumu bile bile bir reklam ajansının böyle markalar için iş yapması doğru mudur? Sorunun cevabı kesinlikle evettir. Tabii istisnalar kaideyi bozmaz ve bazen reklam ajansları bu tür markaları redederler. Ama işin özü profesyonellikle alakalıdır. Yaptığımız işleri seçerken duygularımızla değil rasyonellerle hareket ederiz. Reklamcılık herşeyden önce ticari bir faaliyettir. Hedef müşteri kazanmak ve ajans cirosunu yükseltmektir. Bu sayede sektör büyür ve istihdam oranı artar. Yoksa onun gözünün üzerinde kaşı var diye iş yapmamak veya yapınca da nasıl iş yaparsın sen o markaya denmez, denemez. Hele ki Türkiye gibi gelişmekte olan bir ülkede bu çok zordur.

Reklamcının işi kendisine verilen brief doğrultusunda en doğru işi yapmaktır. Bu sayede o marka hakkında edinilmiş algıyı olumlu yönde değiştirmek veya edinilecek olumlu algıyı yaratmaya çalışır.

Sonuç olarak diyebilirim ki bir reklamın başarısı reklamcıya bağlı olduğu kadar reklamverene de bağlıdır. Ortada bir başarı veya başarısızlık var ise bu durum her iki tarafın ortak çalışmasının sonucudur. Başarılı olunca o işi her iki taraf sahiplenirken, başarısızlık durumunda sadece reklam ajansı suçlu olamaz. Tarih sayfaları reklamverenden kaynaklanan sorunlar nedeniyle başarısız olmuş kampanyalarla, markalarla doludur. Reklamla tüketicinin aklına sokulan markayı tüketiciler marketlerin raflarında bulamıyorsa, verilen mesaj ile reklamverenin kafalardaki algısı örtüşmüyorsa, dört bir yana reklam yapıp yeterli stoğu elinde bulundurmuyorsa reklamın ve reklamcının sucu nedir? Başarı herkesin kendine düşen görevi layıkıyla yerine getirmesiyle olmaktadır. Hele ki tüketicinin kral olarak tanımlandığı bu dönemde...

Derviş Esen

Hiç yorum yok: