28 Şubat 2008

Şövalyeliğin terk ettiği bir dünya üzerine - VOLKAN EKİZ



“Vodafone'un, televizyondaki son reklam kampanyasındaki bir film, "halktan gelen tepkiler nedeniyle" yayından kaldırıldı. Yayından kaldırılan filmde bir genç kız, dansöz kıyafeti giymiş olarak babasını arıyor ve okulu bıraktığını, dansöz olacağını söylüyor. Babası da "mantıklı" deyip, telefonu kapatıyordu” içeriğiyle bir dizi elmek vücut buldu ReklamYazıları yahoogroups dahilinde. Ve mesel bir anda yasaklar, kısıtlı kafalar, özgürlükler ve yaratıcılık sorunsalına evrildi.

“Özgürlüğün olmadığı yerde yaratıcılık yoktur” buyurdu bir arkadaş, diğeri itiraz etti bu önermeye. Yoktur diyeni, kuralları çoğunluğun koymasıyla rahme düşenden içi boşaltılmış güzel kelimecikler doğduğunu söyledi. Vardır itirazcısı, “Yaratıcının olduğu her yerde ve koşulda yaratıcılık vardır” nidası yükseltti.

Nihan nam da “son dönemde yayınlanan reklamların sürekli aynı reklam metninin biraz farklılaştırılmış tarzlarda sunumu olarak karşımıza çıkmasının sebebi kavramların ve dolayısıyla reklam hayal gücümüzün, sözcük ve imge dağarcığımızın boşalması, anlamsızlaşması mı diye sordu?

Hülasa özgürlük, sansür ve yaratıcılık triosu arasında bir bağlantılar bütünüyle gene şikayet ettiğimiz sığlaşma duvarı önünde gözyaşı döktük. Fakir burada bir şerh ile sürece dahil olmak ister.

Özgürlük ve yaratıcılık arasındaki korelasyonu özgürlük ve cesaret arasında da kurmak gerekir sanırım.

Şövalyeliğin, insanın kanından cesaretin çekildiği gibi toplumun damarlarından çekilmesi sonucu beklenti halkasının dışına çıkmak çok zorlaştı. Artık testler var, müşterinin, deneğin, raportörün ofsayta düşmek istemediği, bir zürriyetsiz çember var. Katır kadar inatçı ve bir katır kadar soyunun devam etmesi imkansız bu hal hem kendi cüce hem etrafını ve anlamları cüceleştiriyor. Partnerim ol cüceler mizahı dahi asık suratlı bir bilge gibi duruyor bu halin karşısında.

500 sayfalık kadın dergilerinin içerisindeki reklam retoriği toplasan toplasan 100 kelimenin arasında ensest ilişkilerden müphem piç cümlelerden ibaret. Aynı şeyi ben de yapıyorum, siz de yapıyorsunuz yapmak zorunda kalıyoruz çünkü paradigma sağlamcılık üzerine inşa edilmiş ve dev GRP burçlarıyla korunuyor. Bu burçları zorlayacak idare DNA kodlarımızda yazsa dahi, o dev burçların müteahhitleri elimizde tutabileceğimiz mızrakları kürek sapı yapmışlardı bir vakit. Ve biz şimdi 100 kelimeyle 5 taş oynuyoruz, gözlerimizde hala çocukça bir şeyler saklamaya çalışarak. Ko aparsın İK seni diyor bir yanımız diğer yanımız bahar bahçe avlusunda masraflardan müphem.

At sahibine göre kişnermiş toplum nasılsa reklamı da reklamcısı da öyle. Nefes aldığın, içine doğduğun ve içinde her sabah tekrar doğduğun ve doğurttuğun toplum kötü bir amerikan korku filmindeki topal seri katil gibi koşabilirsin ama kaçamazsın diyerek arkamızdan geliyor. Varlığıyla ilişkili bu hali toplumun, kaçılamazlığı ve kaçılamayacak olması ontolojik bir vakıa.

Bu arada yanlış anlaşılmaya bahsettiğim toplum, hayatında yurtdışına çıkmamış, bir yabancı dili doğru düzgün bilmeyen ama "dünyanın hiç bir yerinde yok, bir bizim toplumumuz böyle" diyen sansarın toplumu değil, anglofonun “human society” dediği insan toplumu yani günümüz dünya toplumu.

Volkan Ekiz

Hiç yorum yok: